
Kabir meselesinde itiraza cevap
Kabir meselesinde itiraza cevap Vehhabîlerin kabir üzerine bina yapılması meselesine itirazları tek başına bir mesele değildir. Doğrusu, Vehhabî yaklaşımın bir bütün olarak, genel bir tavır olarak ele alınması ve kabir üzerine bine yapılması meselesinin de bu bütün içinde ait olduğu yere yerleştirilmesidir. "Nasslar ne diyorsa o" tarzında yansıtılan bu tavır, aslında "nasslardan biz ne anlıyorsak o" şeklinde teşhis edilmelidir.
Kabir meselesinde itiraza cevap
Vehhabîlerin
kabir üzerine bina yapılması meselesine itirazları tek başına bir mesele
değildir. Doğrusu, Vehhabî yaklaşımın bir bütün olarak, genel bir tavır olarak
ele alınması ve kabir üzerine bine yapılması meselesinin de bu bütün içinde ait
olduğu yere yerleştirilmesidir. "Nasslar ne diyorsa o" tarzında
yansıtılan bu tavır, aslında "nasslardan biz ne anlıyorsak o"
şeklinde teşhis edilmelidir. Dolayısıyla itikadî meselelerde, amelî
meselelerde, hatta bu ikisinden kaynaklanan kültür ve kimlik meselesinde
Vehhabî tavrın ithamkâr, yıkıcı, tahrip edici etkisi konusunda uyanık olmak
durumundayız. Evet, bu tavır, ümmetin asırlar içinde oluşturduğu kimliğe
tahammülsüzdür. Biraz eşelendiğinde bu tahammülsüzlüğün altından Ehl-i Sünnet
Kelam ve Fıkıh mezheplerine/imamlarına tahammülsüzlük çıkar; Osmanlı alerjisi
çıkar. Dolayısıyla bu meseleyi de -ilgili nasslarla amelle birlikte- bu
noktadan da değerlendirmeye tabi tutmak durumundayız.
Okuyucunun, "Bir sultan ya da padişah için gereksiz yere türbe inşa
edildiğinde, ona engel olmaya kimin gücü yeter ki?! Burada belki bir alim çıkıp
dil ile nehy-i münkerde bulunabilir, ama genellikle insanlar en fazla
kalpleriyle buğzedebilirler. Eleştirenin başı belaya girer. Yıkmaya ise kimse
cesaret edemez, gücü de yetmez. Şimdi mesela bir diyanet vaizi Anıtkabiri
eleştirse, en önce Diyanetin üst düzey görevlilerini karşısında bulur. Yani bir
şeyin vukuu, onun bütün ümmet tarafından onaylanması ya da onaylanmış olması
anlamına gelmez..." tarzındaki ifadeleri iki noktada problemli görünüyor:
1) Kabirlerin üzerinin yapılmasının "padişahlara mahsus bir davranış
olarak" dayatıldığı varsayımından hareket ettiği, 2) Meselenin bütün ümmet
tarafından onaylanıp onaylanmadığı noktasındaki tespit.
Aynı sırayla gidecek olursak 1-İslamın cevaz vermediği bir uygulamanın sırf
yöneticilerden sadır olduğu için uzun asırlar boyunca ulema tarafından tasdik
edildiğini ve devam ettirildiğini söylemek gerçeğin ifadesi olmaz. 10 asırdan
fazla bir zaman içinde doğudan batıya bütün İslam dünyasında yer etmiş bir
uygulamayı padişah gücüyle izah etmek, ulemayı itham ve zan altında bırakmakla
eşanlamlıdır. Kaldı ki mesele padişah türbeleriyle sınırlı bir mesele değil.
Bugün kabristanlarda gördüğümüz mezar stiline onay veren herkes aynı hükmün
muhatabıdır. Bunun içinde sadece padişahlar yok; sıradan insanlar da, ulema ve
suleha da var. 2-Herhangi bir meselenin "cevazı" veya "âdem-i
cevazı" bütün ümmetin uygulamasına/onay vermesine bağlı değildir. İşin
ehli ulema cevaz fetvası verdikten sonra uygulamak ya da uygulamamak insanların
tercihine kalır; dileyen uygular, dilemeyen uygulamaz. Kabirlerin üzerinin
yapılması konusundaki tartışma da zaten bu çerçevede cereyan etmektedir. Benim
"ümmetin uygulaması" derken kaydettiğim, istisnasız bütün ümmet
fertlerinin uygulaması değil, "ümmetin genelinin" uygulamasıdır ki,
bunun zemininin ulema fetvası olduğu izahtan varestedir. Okuyucunun dediği gibi
bu uygulama "ümmetin cüzî bir kesimi"nin değil, "genelinin"
uygulamasıdır. İslam dünyasında mevcut Müslüman mezarlıkları da bunun en sadık
şahididir.
Okuyucunun, yasaklama bildiren hadislerle ilgili değerlendirmem konusunda
söylediklerine gelince; bunların doğru kabul edilebilmesi için şu sorunun
cevabını net olarak vermemiz gerekiyor: Mezarların üzerini yapma uygulamasının
birçok yerde terk edilmiş olması, ilgili hadislerin zahiriyle amel
hassasiyetinden mi, yoksa imkânsızlık, bakımsızlık... gibi sebeplerden mi
kaynaklanmaktadır?
Açıktır ki Vehhabîliğin etki alanı dışındaki coğrafyalarda meseleye Vehhabîler
gibi yaklaşıldığını söylemek büyük bir iddia olur. Bu noktada "aksi de söz
konusu olabilir" diyerek itiraz edebileceklere şöyle derim: O zaman o
coğrafyalarda genel olarak ölülerle ilgili uygulamalara bakın: Eğer bir bütün
olarak cenazeyle ilgili yapılanlar Vehhabî zihniyetine uygun düşüyorsa, bir
diyeceğim yok. Ama mesela ölüye Kuran okumaktan, mezar başındaki
"telkin"e kadar Vehhabîlerin "haram" dediği pek çok
uygulamayı oralarda rahatlıkla görebilirsiniz.
Dr. Ebubekir Sifil
araştırmacı yazar